29 Eylül 2013 Pazar

Ercan Kesal-Peri Gazozu


Kitap biteli epey saat oldu sevgili kitapkurdu dostlarım...Hep güzel yorumlar duyduğum ve okuduğum bu kitabı ben de çok beğendim.Açıkçası sayfalar nasıl aktı,kitabın sonuna nasıl geldim hiç anlamadım.
Yazarımız Ercan Kesal'ın gazoz satarak geçimini sağlayan babasına ithaf ettiği,kendi yaşamından da bol kesitlerin yer aldığı dokunaklı ve içten bir kitaptı...Okurken çok etkilendim.Yer yer gözlerim doldu bile diyebilirim (düşünün benim yani)
Uzun lafın kısası bu kitabı almadıysanız okumadıysanız alın ve okuyun derim.Şiddetle tavsiye ederim.
Şimdiden herkese sendromsuz bir pazartesi diliyorum.Keyifli haftalar :))

ARKA KAPAK
"Vicdanımız kuruyor. Babalarını erken kaybetmiş yetim çocukların masum başlarını koyacakları göğüsler çoktan çöktü, farkında mısınız? Göğüs çöktükçe zulüm tepemizde kalıyor. Kavisli ve dolaşık geçmişimizse, bozuk düzenimizin telleri olmuş. Duyduğunuz sesler bu yüzden içli ve bu kadar derinden geliyor.

Şimdi bir türlü sığamayıp, delice bir kavgaya tutuştuğumuz, adına Anadolu denen şu kadim topraklarda, binlerce yıl önce hüküm sürmüş, bir Hitit kralının oğullarına bıraktığı vasiyete bakın isterseniz: 'Öldüğümde beni, usulünce yıkayın, göğsünüze yaslayın ve toprağa bırakın.' Bu kadar." Hayatın en yalın ve en efsunlu meseleleri, ölüm ve yaşam, annebaba-çocuk arasındaki zor muhabbet, büyümek ve yaşlanmak üzerine... Vefalı bir oğulun gözüyle. Bilhassa ölümün, ölümle başetmenin olağanüstülüğü ve olağanlığı üzerine..."Alışmaya"
direnen bir hekimin gözüyle.

Taşranın sıcak kucağı ve serin kasveti üzerine... Orayı hem içinden hem dışından bilen bir evladının gözüyle. Türkiye'nin ipin ucundaki yakın tarihinin gölgesi... Kalbi avucunda
birinin gözüyle. Ercan Kesal'dan, aynanın kenarındaki fotoğraflar misali hayat
parçaları, sohbet makamında insan hikâyeleri.

28 Eylül 2013 Cumartesi

Ilgın Olut/ Neva (Film)



Bu roman yıllar önce sanırım üniversite 1.sınıftaydım ilkokuldan bu yana arkadaşım olan Selinimle beraber alıp okuduğumuz bir kitaptı.Çok sevmiştik ikimiz de..Bizi epey etkilemişti üstelik.Keşke filmi olsa filan demiştik.İşte yıllar sonra yapımcılar ve yönetmenler bizim feryadımızı duydular ki bu güzel romandan harika bir aşk filmi çıkmış ortaya...Kitabı okuyup da izlemenizi tavsiye ederim.Film de gösterime dün girdi.

ARKA KAPAK
"Evdeki herkes gidip yatağına uzandığında ve bütün sesler kesildiğinde ruhunuzda o garip, berrak ama güçlü müzik duyuluyor sadece. Çok iyi tanıdığınız, varlığına iyice alıştığınız ruhunuzu okşayan bir melodi. Vicdanın pırıltılı, ince, yumuşacık fakat o çok güçlü melodisi..."

Yıllar geçti üzerinden... Genç adam yıllar boyunca yaşadıklarının bir anını bile unutmadı. Genç bir kızın yalnızca kadınlara özgü derin bir yalnızlıkla, sevgiyi ve mutluluğu arayışını, bunun için yaşadığı masumane çırpınışlarını görememişti.

Şimdi ise tüm yaşananlar uzaklarda kalan acı dolu bir hatıra gibi. Geldi, arkasında koskoca bir boşluk bıraktı ve geçip gitti.

Öyle garip, bu boşluk hep içerlerde bir yerlerde duruyor ve hiçbir şey dolduramıyor onu.

İşyerinde çalışırken, evde veya dışarıda dostlarla birlikteyken, çok derinlerdeki bir parça her şeyden ayrı... Sürekli içinizde çalan, sizden başka kimsenin duymadığı bir müzik gibi...

Evdeki herkes gidip yatağına uzandığında ve bütün sesler kesildiğinde ruhunuzda o garip, berrak ama güçlü müzik duyuluyor sadece. Çok iyi tanıdığınız, varlığına iyice alıştığınız ruhunuzu okşayan bir melodi.

Vicdanın pırıltılı, ince, yumuşacık fakat o çok güçlü melodisi...

 

Gelelim filme...Çok beğenerek okuduğum bu romanın filmine annemi de yanıma alarak gittim bugün.Çok çok güzeldi.Ben çok beğendim.Annem bazı yerlerini karakterimiz Ilgından dolayı biraz sıkıcı buldu.
Film de roman da yazarın kendi hayatından alıntı.Yani gerçekten yaşanmış bir aşk hikayesi.Çapkın bir doktor adayı olan Ilgın bir gün asistan olarak çalıştığı hastanede tıp öğrencisi olan Neva ile tanışır ve başlar dolu dizgin aşkları.Ama tabi başladığı gibi güzel devam eder mi mutlu son olur mu yoksa...? Artık orasını söylemicem.Kısacası ben tıpkı romandan etkilendiğim gibi filmden de çok etkilendim.İzlemenizi de okumanızı da şiddetle tavsiye ediyorum.

Ayrıca filmden ve romandan yola çıkarak bir konuya değinmek istiyorum.Zira bu filmi izledikten sonra iki çift laf etmeden bitiremezdim bu yazıyı.
Hani bazı erkekler vardır ya çapkındır,hiç boş kalmazlar.Sevgili(!) oldukları insanla muhakkak ten uyumlarına(!) bir bakarlar.Sonra da hiçbir şey olmamış gibi onlara bye bye deyip arkalarına bakmadan giderler.Amaaa onlarda şöyle bir durum söz konusudur ki evlenmeyi planladıkları veya ciddi düşündükleri kişinin el değmemiş olmalarını beklerler.Sürekli geçmişlerini sorgularlar sevgililerinin.İşte bu noktada bende şafak atar arkadaşlar.Sen gideceksin önüne gelenle her haltı yemeyi kendine görev,şart vb gibi göreceksin.Ama evleneceğin kadına dokunma hakkı ilk sende olacak! Nerde dostum o dünya pardon?Madem sen el değmemiş kişi istiyorsun,o zaman sen de bir zahmet öyle ol.Haa başka türlü ya kabul edeceksin ki seven insan bence her türlü kabul etmeli,geçmişi sorgulamamalı,ya da dediğim gibi sütten çıkmış ak kaşık olmalı.Bu bende böyle bundan sonra.
Neyse bende çene yine düştü millet.Bu yazımı filmi izlerseniz eğer izledikten sonra bir kez daha okuyun yada izleyip öyle okuyun.Ne demek istediğimi anlayacaksınız.Sizleri Neva'nın fragmanı ile başbaşa bırakıyorum.Herkese iyi pazarlar :)

Biten 3 Kitap :)

Merhaba sevgili kitapkurdu dostlar :))
Yoğun geçen eğitim öğretim günlerim dolayısıyla bloga bir türlü giriş yapamamıştım.Üstelik bu ara kitap okuma hızım da çoookkk düştü.Sabah 8 akşam 16.30 üstelik molasız çalışınca eve gelince resmen pert olmuş hale geliyorum.Gerçi artık alıştım gibi bir şey oldu.Bundan sonra çok daha aktif olmaya dikkat edicem.
Gelelim okuduklarıma...




İlk kitabım bir Vedat Türkali kitabı.Yazarımızı ilk kez okumuş oldum D&R indirimi sayesinde.12 Eylül olaylarına doğru giden dönemde geçen bir aşk var kitapta.Güzeldi.Ama hani illaki alın okuyun diyebilir miyim? Hayır.

ARKA KAPAK
"Doğru söylemiyordu. Sözünü etmişti ya, ev mev aramamıştı. İçinden gelmiyordu aramak. Daracık çatı katında onu bırakmayan bir şey vardı sanki! Reyhan'la bölüştüğü mutlulukların o dağınık odaya sinmiş anıları mıydı? Olabilirdi, niye olmasındı!... Devrimcilik savıyla diretmişti Reyhan'a! Devrimcilik adına ne yapıyordu peki? Hiç! Gizli örgüt bağı yoktu. Olmasını istememişlerdi... Kanlı olaylar, aylar boyu, beklentilerin de ötesinde çeşitli illerde öylesine sıralanmaya başlamıştı ki, bu sağlıksız ortamda tek başına, neyi, nasıl düşünüp nasıl davranacağını bilmek başlı başına sorundu. Yapanı bilinmeyen tek kişilik cinayetlerle topluca saldırılar iyice sarıyordu ülkeyi."

Vedat Türkali, 5 yıl aradan sonra yazdığı bu romanında Türkiye'nin 70'li yıllarına ayna tutuyor. Üniversiteli, sol görüşlü bir gencin gözünden Türk siyasi tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birinin geniş bir panoramasını çizerken, barınamadığı bir toplum içinde yolunu çizemeyen Muhsin'in tutkulu ilişkilerini de zor günlerin öyküsüne katıyor. Kökleri o yıllara dayanan ve günümüzde çokça tartışılan
siyasal gelişmeler, sağ-sol çatışmaları, toplumsal güç olarak din ve sendikalaşmalar gibi konuların ve olayların bir nehir gibi aktığı roman, 12 Eylül Darbesi'ne doğru giderken, kahramanlarının hayatları üzerinden bir döneme farklı bir bakış açısı getiriyor.


Bitirdiğim 2.ktabım da elimde uzun süre süründü.Çünkü kendisi tam 799 sayfa.Aslında Demet Altınyeleklioğlu'nun romanlarını ve anlatım tarzını beğeniyorum.Daha önce Hürrem,Mihrimah,Hatice ve Pargalı gibi romanlarını okumuştum.Hatta blogumda da yazmıştım.Ama nedense bu kitabı pek sevemedim.Hem elimde uzun süre kalması hem de daha önce Kösem Sultan hakkında okuduklarımdan dolayı pek de ilginç gelmedi bana.Eğer Osmanlı sultanları hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız başka bir yazara yönelmeden önce bu romanları okursanız akar gider.Ama önceden okumuşsanız biraz zorlanabilirsiniz.

ARKA KAPAK
 Çocuk yaşta Milos'tan koparıldığında bütün hayallerine veda etti Nasya. Kaderi, ona hizmetçi olacağını fısıldasa da asi bir denizkızıydı o. Cehennem beklerken cenneti bulduğu Osmanlı Sarayı'nda kraliçe olmaya ant içmişti. Entrikalara, hiç uyumayan düşmanlara, sinsice kol gezen ölüme ve ihanetlere, zekâsı ve insanı büyüleyen güzelliğiyle meydan okudu. Talihi kendine aşık eden, Osmanlı'nın yolunu çizen Mahpeyker Kösem Sultan'dı artık o. Ancak uğruna gençliğini, çocuklarını, vicdanını, umutlarını feda ettiği taht, kime sadık kalmıştı ki ona kalsın? Koskoca bir devleti, sayısız padişahı dize getiren, onu Osmanlı'da Kösem yapan zekası, sonunda kadere boyun eğecekti belki de... Ama, cihana hükmeden Mahpeyker Kösem Sultan'dı o. Tarihi padişahlar değil, o yazmıştı. Ve ant olsun ki, adı tarih sayfalarından eksik kalmayacaktı. Azrail, bir tek canını alabilirdi. Varsın, alsındı!


3.kitabı da dün bitirdim efenim.Esasında sırf adını esprili bulduğum için aldığım bir kitaptı.Hani çok beklentim yoktu.Farklı bir tarzı var yazarın.Sanki çok samimi olduğunuz bir arkadaşınızla sohbet eder gibi okuyorsunuz.İlişkiler,dostluklar,insanlar her konu hemen hemen mevcut.Ben sevdim.Gülmek ve biraz da düşünmek için okunabilir.Aslında tam da tatil kitabı :)

ARKA KAPAK
 Erkeklere harcadığım vakti ilime yatırsaydım mutlak aletleriyle atomu parçalamıştım Kapaktaki kız güzel değil mi? O ben değiliim, halamın kızı Asuman. 23 yaşında, pabuç gibi bir dili, ampül gibi cicikleri var. Arada etini burasım geliyor, öyle bir asi. Neyse ki konumuz Asuman değil. Bu kitapta erkekleri cezbetmenin 55 yolu'nu bulacağını sanırsan yanılırsın bacım. Ama sana erkekten önemli 55 şey sayacağımdan şüphen olmasın. Şimdi bacım hitabım yüzünden Kalkın gidelim beyler, burada az sonra ağda muhabbeti yapılacak diye silkinen beyler, az durunuz. İkinici bölümde size özel, kadınların çok da gizli olmayan dünyasına ilişkin, her evde denenesi öğretilerimizi derledik.

Çekirdek gibi okunur, yetmez, dişinize yapışıp hayatınıza macera katar.

7 Eylül 2013 Cumartesi

Sarah Jio-Yağmur Sonrası


iyi geceler sevgili kitapkurtları :))
Bir kitabı daha dün gece bitirmiştim.Ama dün gece inanılmaz derecede rahatsızdım o bakımdan yazamadım.Şu gördüğünüz bünye 1 yıl boyunca durdu durdu grip olmadı tam okullar başlayacak grip oldu.1 yılın acısı 1 gecede çıkmş oldu.Neyse şimdi çok daha iyiyim :)
Kitap yazarımız Sarah Jio'nun 2.kitabı.Daha önce Mart Menekşelerini okumuş ve çok beğenmiştim.Acaba bu kitap da iyi midir diye uzun süre tereddüt ettim.Sağolsun canım annem kitapkurdu kızını iyi bildiği için ona almış oldu doğumgününde :)
2.dünya savaşı sırasında yaşanan aşk ve bu aşkın getirdikleri,götürdükleri..İnanılmaz duygu yüklü ve birçok yerinde beni ağlatan bir kitaptı.Zaten burun tıkanıklığından ölüyordum.Ağlayınca daha da tıkandım ve ağzım burnum şekil değiştirdi.Ama bu kitaba değer.Eğer okumadıysanız hemen ama hemen okuyun derim.Eminim siz de seveceksiniz.
Herkese güzel bir pazar günün diliyorum şimdiden :)

ARKA KAPAK
2. Dünya Savaşı'nın tam ortasında yaşanan yasak aşk ve işlenen korkunç bir cinayet...

Umut tükenmiş gibi görünse de ikinci şans her zaman vardır... Ya yoksa?

Anne Calloway ne kadar çabalasa da yetmiş yıldır peşinden gelen anıları bir türlü aklından silemiyordur. Bora Bora Adası'ndan adına gelen gizemli bir mektup ise adeta kapanan yarasını yeniden açar.

1942 yazında, 2 Dünya Savaşı'nın en hararetli zamanında Bora Bora Adası'nda görev almak için orduya hemşire olarak katılan Anne, genç, güzel ve nişanlı bir kadındır. Ancak orada hiç hesap etmediği bir durumla karşılaşır. Aşk... Kalbini tutkuyla dolduran, yakışıklı asker Westry Green'e karşı koyamaz. Kısa sürede aşkları, adadaki amber çiçekleri gibi filizlenirken, sazdan çatısı olan bir bungalovun altında gizli bir dünyayı paylaşırlar. Ta ki bir gece tüyler ürperten bir cinayete şahit olana kadar... Savaş rüzgarlarıyla ayrı yerlere savrulan çift, bir daha asla bir araya gelemez. Peki Anne, onca sene sonra çıkagelen bu mektubun izinden gidip taşıdığı vicdan azabını sonlandırabilecek mi?

Ya siz, araya zaman, mekan, kişiler girse de gerçek aşkın peşinden gitmeye cesaret edebilir misiniz?

Yağmur Sonrası ile tutkunun zaman tanımayan öyküsünü okurken, gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız.

5 Eylül 2013 Perşembe

3 Kitap Var burada Huhuuuu :))

Eveetttt yine 3 tane kitapla karşınızdayım doğru gördünüz :)) Aslında bu kitaplardan birini Temmuzda okumuştum.Üstelik deli gibi arayıp bulamadığım,en sonunda internetten alıp zevkle okuduğum bir kitap..
İskender Pala/Boğaziçindeki Mücevher Dolmabahçe Sarayı...


İnstagramda tanıştığım ve çok sevdiğim arkadaşım sevgili Cansum'da bu kitabı görmüştüm ilk olarak.Ve öyle güzel bir paragrafı paylaşmıştı ki ben bu kitabı daha önce nasıl almadım diye söylenip durmuştum.Aslında İskender Pala pek tercih ettiğim bir yazar değil.Ama bu eserini çok çok çok beğendim.Sizlerle hemen o paragrafı paylaşıyor ve bakalım sizde de aynı izlenimi oluşturacak mı?Bence her Türk insanı ondan etkilenir.

"Gün batımında bahçede kahvesini yudumlarken kapalı kapılarım ve pencerelerime baktı,baktı ve kelimesi kelimesine 'Güneşe hasret efsunlu bir güzel!' dedi.Sonraki yıllarda her gelişinde onu bir güneş diye istikbale çıktım...Güneşin koynumda battığı ve bir daha doğmadığı 10 Kasım sabahına kadar..."

Haydi siz de bu serüveni elinize alın ve Dolmabahçe Sarayını bazen kendisinden,bazen oradaki bir eşyadan  veya orada yaşamış cariyelerden dinleyin :) Çok seveceksiniz...

ARKA KAPAK

Bir saltanat sarayı. Osmanoğulları'nın miras bıraktığı görkemli mimari yapılardan biri. Bir saltanatın en görünür olduğu geçit alan. Sadece o değil. Kültür ve medeniyet yaşantısının renkten renge büründüğü "saray".

İçinde yaşayanların "mekânın poetikası"nı da çattıklarını görürüz orada, incelikle. Bütün eşya, mekân, ışık, ses gündelik hayatın sosyolojisi içinde insana ve eşyaya koşar. Çevresini aydınlattığı kadar kendi masalını da söyler.

İskender Pala, her sabah Boğaziçi'nin iki yakasından birinde Beylerbeyi'yle selamlaşan, İstanbul şiirinin en lirik mısrası gibi insanları yıllardır gözleyen bir saraydan, Dolmabahçe Sarayı'ndan sesleniyor. Dolmabahçe Sarayı'nın, yani "Boğaziçi'ndeki Mücevher"in kitabım, eşyaları konuşturarak, onların ağzından hikâye ediyor ve her gün önünden binlerce insanın geçip gittiği mekânın ruhuna ortak olmaya çağırıyor.
Okuyarak yaşamak, yaşarken yol almak için, bir kılavuz, kitaptan daha ötesi.

"Bazen bir çocuk, bazen bir cariye, bazen bir ruh veya mana. Onlar bir zamanlar sarayın kahramanıydılar ve şimdi sizinle konuşmak üzere hayata döndüler. İstiyoruz ki bu kitabın bölümleri size rehberlik edebilsin ve cümleler, yolculuklarınızı anlamlı kılsın, sonunda sizi bir sarayla buluştursun."


İkinci kitabım Grange'dan Siyah Kan idi...Bu kitap bana geçen sene bloglarda yapılan kitaplaşma etkinliğinde gelmişti bana.Koloni ve Kaiken'de sonra okuduğum 3.Grange oldu.Ve bu kitabı cici arkadaşlarım Cansum ve Zeynebimle yaptık.Tabi ki önce ben bitirdim :P Sizi geçtim işte nihahahah diye kötü kahkahamı da attıktan sonra devam edeyim :D
Sanırım gerçek Grange'ı bu kitapla tanımış oldum.Nasıl bir kurgu nasıl bir gerilimdi hala etkisindeyim.En güzel kitabının  olduğu söylenirdi.Bence son derece haklı bunu söyleyen herkes.Şunu söyleyebilirim ki yazar beni son anda ters köşeye yatırdı.Şok ve "baba geliyor saklan" ifadesinin dehşeti içinde bitirmiş oldum.Çok çok iyi bir kitaptı.Yer yer midem bulanmadı değil ama yine de değerdi.Eğer hala okumadıysanız ve Grange ile tanışmadıysanız başlangıcı Siyah Kan ile yapmanızı öneririm.

ARKA KAPAK
 Güneydoğu Asya'da, Yengeç Dönencesi ile Ekvator çizgisi arasında bir yerlerde bir yol vardır. Siyah kanla çizilmiş bir yol. Korkunun ve ölümün hakim olduğu bir yol.

Paris. İlk temas. Kuala Lumpur. Hayat Yolu. Uçuşan ve Çoğalan. Sonsuzluğun İşaretleri. Kamboçya. Bal ve Fresk. Tayland. Arınma Odası. Dünyadan soyutlanmış bu mekanda neler olduğunu anlayacaksınız! Bangkok. Gerçeğin Rengi aynı zamanda Yalanın da Rengi'dir! Ve Paris. Her şey sona ermedi, yeni başlıyor.

ÇABUK SAKLAN, BABA GELİYOR!


Son kitabımı bitireli yarım saat filan oldu galiba.Çok eğlenerek okuduğum bir kitaptı.D&Rın indiriminden faydalanıp aldığım bir kitaptı.Biraz da manidar ismi beni cezbetti sanırım.(Kendim de bir zamanlar terk edildiğim için)
Ama terk edilen bir erkek burada.Ve onun tuttuğu günlükte sevgilisini ger kazanmak için gösterdiği çabayı,yaşadığı değişimi okurken hem etkilendim hem çok eğlendim.İnsan ne kadar terk edilmiş olsa da,ne kadar eksikleri de olsa eğer bunu telafi edebiliyorsa,kendini bırakmamalı ve karşısındakine ne kaybettiğini göstermeli diye düşündüm okurken.Bana çok iyi geldi kısacası.Tavsiye ederim. Alıp okuyun.Terk edilmiş olsanız da olmasanız da :)
sevgiler...

ARKA KAPAK
Sorun bende değil sende!
Bomboş bir ev...
Gardıroptaki boş askılar...
Kısa bir veda mektubu...

On yıllık kız arkadaşı Jane arkasında sadece bir mektup bırakıp Edward'ı terk etti. Pılısını pırtısını toplayıp olabilecek en uzak yere, Tibet'e gitti. Ona yazdığı mektupta "Sen kendini bıraktın, ben de seni bırakıyorum" diyordu. Edward'ın önünde zorlu bir süreç var şimdi.

Üç ay sonra Jane geri döndüğünde onu -eğer mümkünse- yeniden kazanmak için Bay Doğru'ya dönüşmesi gerekiyor. Spordan diyete, cilt bakımından son moda trendi giysilere her şeye razı, her şeyi yapmaya da... Yeter ki Jane'in karşı koyamayacağı bir erkeğe dönüşebilsin. Yeter ki kaybettiği aşkı yeniden kazanabilsin.



4 Eylül 2013 Çarşamba

Jerome David Salinger-Çavdar Tarlasında Çocuklar

Size daha önce kitapkardeşliği grubumuzdan bahsetmiştim değil mi? :) Her ay 1 kitap seçiyoruz ve onu belirli süreler içinde okuyoruz.Eylül ayındaki kitabımız da Çavdar Tarlasında Çocuklar idi.Kitap belirlenirken oyumu bu kitap için kullanmıştım.Seçildiğinde çok mutlu oldum.Çünkü uzuuun zamandır oy verdiğim kitaplar seçilmiyordu.Kitabı gittim hemen 17 ağustosta aldım.2 gün içinde de bitiverdi zaten.
Holden ile yaptığım bu yolculuğu sevdim.Değişik bir tarzı vardı kitabın.Kısacası eğer okumadıysanız bence kitabı edinin ve okuyun derim :)
Umarım siz de benim gibi beğenirsiniz.Şimdilik benden bu kadar dostlar..
Keyifli ve bol kitaplı günler diliyorumm...
Sevgiler

ARKA KAPAK
Anlatacaklarımı gerçekten dinleyecekseniz, herhalde önce nerede olduğumu, rezil çocukluğumun nasıl geçtiğini, ben doğmadan önce annemle babamın nasıl tanıştıklarını, tüm o David Copperfield zırvalıklarını filan da bilmek istersiniz, ama ben pek anlatmak istemiyorum.. Her şeyden önce, ben bu zımbırtılardan sıkılıyorum.
(Kitabın İçinden)

Kristin Gier-Yakut Kırmızı-Safir Mavi-Zümrüt Yeşil / Susanna Tamarro-Sonsuza Kadar


Merhaba sevgili blogger dost :) Eğer şuan beni okuyorsan uzuuunnn bir yazıya hazır ol derim.Zira epey bir zamandır kitap okuduğum halde onları yazmakta tembellik etmiş olan bir irem var burada.Sıcaklar,gezmeler,okulların açılması derkeennn fırsat bugüne oldu.Neyse haydi başlayalım.
Kristin Gier'in bu ciciş kapaklı serisini bana annem doğumgünümde armağan etmişti bana.Aslında konusunu hiç okumadan direkt kapaklarına aldanarak istedim bunları.Annem de napsın kadınceğiz beni kıramadı :D
Seri oldukça çerezlik bir seri.Hani edebi bir yön beklemeden okumak gerek.Gewndolyn adında bir kızımız var.16 yaşında zamanlar arası yolculuk yapabildiğini aniden öğrenir.Ve bu sırada başına epey bir macera da gelir.Gerek kaybettiği dedesini genç haliyle birkaç kez görmesi olsun,gerek aşık olması filan.Hani zevkliydi okuması.Hem fanstastik hem aşk  romanı bir arada.Ama fazla karakter içeriyor olması yönünü ben pek sevemedim.Dediğim gibi pek fazla beklentide olmamak gerek.Serinin en çok son kitabı olan Zümrüt Yeşili'ni beğendim.Çünkü birçok konu orada açığa kavuşuyor doğal olarak.
Bu serinin arasına bir de D&R'ın indiriminden faydalanarak aldığım Sussana Tamarro-Sonsuza Kadar'ı da sıkıştırdım.Uzuuunn bir zamandan sonra Tamarro okumuş oldum.Bana çok iyi geldi.Nedense huzur buluyorum bu kadının kitaplarında.Matteo ve Nora'nın etkileyici hikayesini çok beğendim.Eğer alıp okumadıysanız kaçırmayın derim.

YAKUT KIRMIZI ARKA KAPAK
İçinde aşkın tüm renklerini bulacağınız, macera dolu, unutulmaz bir seri...

Geçmişin gölgesinde kalmış bir aşk. Fantastik bir dünyada hayat bulan, muhteşem bir zaman yolculuğu. Gizem, heyecan, romantizmin olağanüstü karışımı

Bazen sırlarla dolu bir ailede yaşamak gerçekten de zordur.
En azından on altı yaşındaki Gwendolyn bundan kesinlikle emindir. Ta ki günün birinde kendini 18. yüzyıl Londra'sında bulana dek.İşte o zaman ailesinin en büyük sırrını öğrenir: Zaman yolculuğu! Ancak bu yolculuklarda genç kızın hislerine yer yoktur. Çünkü aşk, durumu daha da karmaşık hale getirmekten başka bir işe yaramaz!

"Eğlenceli, romantik, merak uyandırıcı... Konu inanılmaz derecede sürükleyici ve elinizden bırakmanız imkânsız... Heyecan dolu finalleri, serinin bir sonraki kitabını sabırsızlıkla beklemenize neden olacak..."
-Justine Magazine-

"Macera, romantizm ve tarih dolu bir seri arayan okuyuculara şiddetle tavsiye edilir."

SAFİR MAVİ ARKA KAPAK
 Zamanda yolculuk aşka engel olabilir mi?

Acemi bir âşığı geçmişe yollamak iyi bir fikir olmayabilir!
En azından on altı yaşındaki çömez zaman yolcusu Gwendolyn böyle düşünüyordur.
Bu macerada Gideon ve Gwen dünyayı kurtarmak ya da menuet dansını öğrenmek gibi pek çok sorunun üstesinden gelmek durumunda kalacaktır. (Üstelik ikisi de hiç kolay değildir!)
Bütün bunlar yetmezmiş gibi Gideon büsbütün tuhaf davranmaya başlayınca, Gwendolyn artık hormonlarını kontrol altına alma zamanının geldiğini anlayacaktır!

Çünkü işin içinde aşk varken zaman yolculuğu yapmak pek mümkün görünmemektedir...

"Eğlenceli ve gizemli! Belki de aşk, zaman ve mekânın tüm kurallarını yıkabilecek tek şeydir!"

ZÜMRÜT YEŞİL ARKA KAPAK
 İçinde aşkın tüm renklerini bulduğunuz unutulmaz serinin son kitabı...

Bir kadın kalbi kırıldığında ne yapar?
En iyi arkadaşını arar, çikolata yer, belki haftalarca aşk acısı çeker.
Ancak zaman yolcusu Gwendolyn Shepherd, elinde olmayan nedenlerden dolayı enerjisini başka şeylere harcamak zorundadır. Örneğin hayatta kalmak...

Çünkü geçmişte yaşayan Saint Germain Kontu'nun yaptıkları, geleceği tehlikeli bir şekilde etkilemeye başlamıştır.
Gwendolyn ve Gideon aşk acısına rağmen ipucu bulmak için 17. yüzyıldaki büyüleyici bir baloda menuet dansı yapmakla kalmayacak, kendilerini unutulmaz bir maceranın da içinde bulacaklardır...

"Gizem, gerilim, bilimkurgu, romantizm ve maceranın doyurucu bir karışımı. Okuyucular tüm seriyi bir solukta bitirecek..."

SONSUZA KADAR ARKA KAPAK
 Kırılganlığımız güce, kader bilgeliğe, trajediler aşka, zifiri karanlık içsel aydınlığa dönüşebilir.

"Öyle bir an oldu ki, ikimizin minik taşları düzgün biçimde yan yana düştüler. Ben bir adım atıyordum, sen de aynı uzunlukta bir adım atıyordun. Ben seni bekliyordum, sen bana yetişiyordun, ben sana ulaşıyordum, sen beni bekliyordun. Sonsuza kadar böyle gideceğimizi sanıyorduk. Oysa ben şimdi ormanda yürüyorum ve ayak izlerimden başka iz yok. Kimse yürümüyor yanımda, kimse izlemiyor beni, ya da önümden gitmiyor..."
Matteo ve Nora... biri ateştir diğeri su, biri akıldır diğeri yürek, biri sürekli harekettir diğeriyse durgunluk ve huzur; biri düşüncedir diğeri sezgi, biri zamandır diğeriyse sonsuzluk...
Ancak bir gün bu mükemmel uyum dünyanın trajik yasaları karşısında dağılır gider... Matteo bir anda içinde dipsiz bir boşlukla tek başına kalır. Ama yollar onu asla bırakmaz ve hiçbir şekilde tahmin edemeyeceği bir geleceğe taşır.

Zamanla doğa yasalarının gizemini keşfeden Matteo, insanların kendilerini bulmak, hayatı tanımak için ziyaret ettiği bir tür keşiş olup çıkar. Hayatın ve aşkın gizeminin, Nora'nın ardında bıraktığı bu büyük soru işaretinde yattığını, Matteo bir gün anlayacaktır...
Sonsuza Kadar kimi zaman yok eden, kimi zaman da arındıran içimizdeki ateşi anlatıyor...